KAFESE KONAN ZİHİNLER!
Bir akşam sarayındaki penceresinden dalgın bir şeklide dışarıya bakan kral kasaba meydanındaki bir adama takılır. Yıllardır haftada beş gece aynı yolda evine doğru yürüyen sıradan bir adam. Kral adamın hayatını hayalinde canlandırır: adam evine varıyor, k
ASU YALDIZ YÜNCÜOĞLU
-Bir akşam sarayındaki penceresinden dalgın bir şeklide dışarıya bakan kral kasaba meydanındaki bir adama takılır. Yıllardır haftada beş gece aynı yolda evine doğru yürüyen sıradan bir adam. Kral adamın hayatını hayalinde canlandırır: adam evine varıyor, karısına şöyle baştan savma öpücük konduruyor, akşam yemeğini yiyor, çocukların iyi olup olmadığıyla ilgili bir iki soruyor, gazetesini okuyor, yatmaya gidiyor, uyuyor, sabah uyanıp yine işine gidiyor.
Bunun üzerine kralın aklına bir fikir gelir ve o heyecanla tüm bezginliğini üzerinden atar. “Acaba bu adamı, tıpkı hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibi bir kafesin içine kapatsalar ne olur?” ilk cerrahlar insan beynine lobotomi (beyin cerrahisi işlemi) yapsak ne olur dediklerinde nasıl bir heyecan duymuşlarsa kral da bu fikirle o kadar heyecanlanır.
Bunun üzerine kral ertesi gün psikolog çağırır; ona bu fikri anlatır ve bu deneyde gözlemci olmasını ister. Psikolog itiraz edecek gibi olur ve “Bir insanı kafeste tutmak akla hayale sığacak şey değil” der. Kral ise zamanında pek çok hükümdarın tıpatıp bunu yapmasa da benzer şeyler yaptıklarını söyler; Romalıları, Cengiz Han’ı, Hitler gibi baskıcı liderleri örnek gösterir. Neden biz de böyle bir şey yapıp bilimsel olarak nasıl sonuçlandığına bakmayalım? Ayrıca kral, psikolog bu deneyde yer alsa da almasa da kararının kesin olduğunu söyler, bu işi yapacaktır.
Böylece ertesi gün kral hayvanat bahçesinden büyük bir kafes getirtir. Kafes, sarayın iç avlusunun ortasına yerleştirilir. Kralın pencereden bakarken gördüğü o sıradan adam saraya getirilip kafese konur. Psikolog; yanındaki evrak çantasında uygun bir zamanda kullanacağı testleri ile kafesin dışında oturup izlemeye başlar.
Kafesteki adam önce şaşırır ve psikoloğa sürekli “Tramvayı kaçıracağım, işe gitmem lazım, bak saat geç oldu, işe geç kalacağım!” deyip durur. Öğlenden sonra olduğunda adam kendine gelip neler olup bittiğini anlar ve şiddetle itiraz eder. “Kral bana bunu yapamaz! Bu adil değil! Bu yasalara aykırı!” sesi güçlü, gözleri öfke doludur.
Haftanın geri kalan günlerinde de adam şiddetli itirazlarına devam eder. Kral her zaman yaptığı gibi kafesin yanından yürüyerek geçerken adam itirazlarını doğrudan kralın yüzüne de haykırır.
Fakat kral şöyle cevap verir: “Derdin ne senin? Önünde istediğin kadar yiyecek var, güzel bir yatak ta yatıyorsun, çalışmak zorunda değilsin. Sana iyi bakıyoruz; bunca itiraz niye?”
Aradan birkaç gün geçer, adamın itirazları önce azalır, sonra tamamen susar. Kafesinde sessizce oturur, genelde kimseyle konuşmak istemez. Fakat psikolog adamın gözlerinde parıldayan nefreti görebilmektedir. Onunla bazen iki kelime laflarlar ama konuşmalar çok kısadır, sözcükler adamın ağzından güçlü ve canlı bir tonda çıkmaktadır. Sesinde, nefret eden ve nefret ettiğini de bilen bir kişinin sakinliği vardır.
Kral avluda yürüyüşe çıktığında, adamın gözleri hiddetten alevdir. Kral avludaki kafesin önünden geçtiği her gün kafesteki adama yiyecek, barınak sağladığını, iyi bakıldığını hatırlatır ve daha ne istiyorsun diye sorar.
Aradan birkaç hafta geçer, adam psikologla konuşurken insana yemek ve barınacak yer verilmesinin ne kadar iyi bir şey olduğunu monoton bir ses tonuyla tartışmaya başlar; ne de olsa öyle ya da böyle her insan kendi kaderini yaşayacaktır… Ve kaderini kabullenmek bilgeliğin bir parçası değil midir?
Psikolog ayrıca, adamın dudaklarının kenarının hep aşağı sarkık olduğunu da fark eder. Suratı sürekli asıktır. Sanki öfkeyle doğmuş, öfkeyle beslenmiş gibidir. Bu öfkenin kör bir başlangıç olduğunu, bunun daha sonra gayet iyi gerekçelendirileceğini ve yapısallaşacağını, onu kanser gibi saracağını bilir.
İlerleyen günlerde, kral avluda dolaşmaya geldiğinde adam kafesin parmaklıkları ardından krala yaltaklanır, verdiği yiyecekler ve barınak için teşekkür eder. İfadesi oldukça farklılaşmıştır: huysuz ve somurtkan. Bakıcı gelip parmaklıklar arasında ona yemek uzattığında, adama tabakları düşürüyor ya da suyunu devirip döküyor sonra da aptallığı ve sakarlığı yüzünden kendine kızıyor ve utanıyordur. Konuşmaları artık tek yönlü olmaya başlamıştır. Kendisine bakım sağlanmasının değerli bir şey olmasıyla ilgili felsefi teoriler yerine artık basit cümlelerle idare ediyordur. Örneğin; defalarca üst üste “Kader,” diyor, sonra kendi kendine “Öyle işte,” diye mırıldanıyordur.
Adam artık rastgele konuşmalarında “Ben” sözcüğünü bir kez bile kullanmaz olmuştur. Kafesi kabullenmiştir. Ne öfke ne nefret duyar, ne de gerekçelendirmeye çalışır. Artık aklını kaçırmıştır.
Bu hikaye ile;
Gündüz programlarıyla, televizyon dizileriyle, cep telefonlarıyla, sosyal medyayla, anomaliliklerin normalmiş gibi gösterildiği büyük bir kabulleniş yaşadığımızın, toplumun bireyleri olarak birbirimize öfkeyle yaklaştığımızın ve tahammülümüzün kalmadığının;
Ve en önemlisi düşünme ve analiz etme yetisini kaybettiğimizin; “Kafese Konan Zihinlerimizin” olduğunun farkında mısınız?
Daha fazlası için;
Rollo May “Kafese Konan Adam”